İhsan Oturmak ile Söyleşi: “Değiştirilmeyi Bekler Gibi”
Oktay Orhun
İhsan Oturmak'ın İstanbul'daki
ilk kişisel sergisi Engin Sustam küratörlüğünde 12 Şubat Cuma günü Depo'da
açıldı. 1987 yılında Diyarbakır'da doğan İhsan Oturmak'ın bu sergisi, Kürt,
Arap ve Arnavut aşiret çocuklarına yönelik bir terbiye ve tebdil mekânı olan
19. yüzyıl aşiret mektepleri ve sonrasında cumhuriyet okullarının sırtını
yasladığı “Medeniyet” söylemine yönelik eleştirel işlerden meydana geliyor. Rotary,
Akbank Sanat ve Art Revolution Taipei gibi sanat yarışmalarında ödüller kazanan
sanatçı 2012 İKSV Cité Internationale des Arts'da rezidans programına
katılmıştı. İlk kişisel sergisini 2015'te Londra Karavil Contemporary'de açan
Oturmak’ın katıldığı sergiler arasında "İstanbul Tasarım Bienali/ Salon
İstanbul" 2012, "Déambulations dans la Turquie contemporaine",
Espace Cultural Louis Vuitton Paris 2013, "Akbank Günümüz Sanatçıları
Sergisi", Aksanat 2015, "Being" Hinterland Galerie Viyana 2015
bulunmakta… Depo’da 13 Mart’a kadar izlenebilecek olan “Üç Kusurlu İşlem -
Aşiret, Mektep, Medeniyet” sergisini sanatçısı ile konuştuk…
Merhaba, öncelikle bize Depo’daki yeni serginizin kavramsal
çerçevesinden bahsedebilir misiniz?
Merhaba. Uzun bir süredir eğitim
üzerine denemeler serimi sürdürüyorum. Her ne kadar çıkış noktam farklı bir
terim olan teklik, biriciklik kavramı olsa da, sorduğum sorular beni zamanla hem
geçmişte hem şimdilerde içinde olduğumuz Eğitim
ve Denetim meselesine getirmiş oldu.
İki yıl önce bu soruların daha
çok kendimle olan bölümüyle ilgileniyorken üretimimin düşünsel ve biçimsel tüm
aşamaları sorular sormaya başladıkça benden çıkarak bazı kişisel ve evrensel
tarihlerle birlikte biz kavramını oluşturmaya başladı. Böyle olunca bir isim,
bir kavram, sembol ya da sadece anlık bir görüntü kısacası her şey beni
tetikler oldu. Örneğin üstünde çalıştığım kavramların kelime anlamından,
aslında kim olduğuma, beni ne kadar kapsadığından önceki kapsama alanlarına
kadar giderken karşıma çıkan eski uygulamalara, bunun çeşitli formlar
değiştirerek farklı isimler almasına kadar konunun derinleştiğini ve çeşitlilik
gösterdiğini gördüm. Tarih içinde sıradan gibi görünen bazı terimlerin aşiret
mekteplerine oradan askerî yapılanmaya uzandığını görüp ister istemez bu konuları
da kapsayan bir eğitim ve denetim devinimine girdim. Bu iki yıl bunları sıra
haline koyarak olayın bütününe daha doğrusu özüne ulaşmaya çalıştım.
“Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” politik bir sergi olarak
değerlendirebilir miyiz peki? Sizce bir sanatı politik kılan şey nedir?
- İlk yola çıktığımda aklımda
politik bir sergi oluşturayım fikri yoktu.
Daha çok kendimle ile ilgili bazı sorunlarım vardı ve bir şekilde bu
sorunlar üzerine giderek çözmeye ve algılamaya çalışıyordum. Bunu toplumdaki
yerimi kavramak diye de tanımlayabilirsiniz. Özellikle üniversite yıllarımda
Anadolu’dan Batı’ya gelen öğrencilerde Batı kültürüne adapte olma çabalarını hissetmekle
kalmıyor bu durumu yaşıyordum. Anadolu da yirmi yıl yaşamış bir genç, bir günde
tüm geçmişini silebiliyordu. Ve yeni biri olabiliyordu. İşin enteresan tarafı bunu
kendi isteğiyle yapıyordu. İnanılmaz bir şey. Ben buna kendimce cümle inkılabı
diye nitelendiriyordum. Sergide bu ismi taşıyan işimde Aşiret mektebiyle
paslaşarak dönem tekrarları ile göstermeye çalıştım... Başlangıç noktam da tıpkı
bu söylediklerim gibi çocuksu, sade ve apolitikti. Birkaç yıl önce bu durumu
çok iyi açıkladığını düşündüğüm “üniformite” adlı bir işim vardı. Atmışa yakın siyah önlüklü öğrenci arasında
tek bir mavi önlüklü çocuk. Değiştirilmeyi bekler gibi…
Sade, öz olanla ilgilenirken
ister istemez gündelik olanın bile politik olduğu coğrafyamız bizi etkiliyor.
Yaşamımıza şekil veriyor ve ürettiklerimizin temel sebeplerinden biri haline
gelebiliyor. Bu coğrafya her tarafı sorunlarla yüklü olunca farkında olmadan
bir bakmışsınız sizde sorunlu biri haline gelmişsiniz. Sorunlu biri olunca
sorunlarınız ürettiklerinize yaşamınıza yansıyor. Ve işleriniz politik olarak
okunuyor. Yani aslında sanatçı asla politik iş üretmez( böyle bir çabaya da
girmemeli bence) zaman, mekân ve yaşanılan durumlar o an için o işi politik
gösterir. Sergide İsimsiz 259x48 boyutlarındaki işimde farklı beş köyü bir
araya getirerek tek bir yer izlenimi yaratmaya çalıştım ve izleyen kişilerden “iki
resim arasındaki yedi farkı” ister gibi farksızlığını kavratmak istedim. Bu
köyler bu gün Toledo da olmuş olsaydı politik olarak okunmayacaktı. Ama bu
coğrafyada olduğunda onun politik okunmaktan başka çaresi kalmıyor. Bu nedenle
bence bir sanatı hem politik hem başka şey kılan zaman, mekân ve o dönemin
durumları oluyor.
Ben sergiyi gezerken, Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları”nda
mektebe/okula yaptığı vurgu aklıma sık sık geldi. Neredeyse okul ile bir torna
tezgâhı arasındaki benzeşme ziyadesiyle göz önündeydi. Bu soruyu sorarken
mesela başta 2013 tarihli “Girdi-İşlem-Çıktı” ve 2015 tarihli “Nizam”
çalışmalarınız gözümde canlanıyor. Bu vurgunun sizin kendi yaşantınızda da bir
karşılığı var mı?
Aslında başta belirttiğim gibi
vurgunun elbette yaşamımda bir karşılığı var iyi bir işi ortaya koyabilmek için
ihtiyacım olan en önemli şey samimiyet oluyor. Her şeyden önce o gerçeği
içinizde oluşturmanız lazım. Bir işin samimi olabilmesi için de öncelikle
ilgilendiğiniz şeye temas etmeniz gerekiyor. Onu az da olsa yaşamanız gerekiyor
ya da yaşamınıza dahil etmeniz. Yaşadığım bölge bu konuda bana fazlasıyla imkân
sağladı. 2015 tarihli “Nizam” işini üretmeden önce 20 sıralık bir köy okuluna
seyahatim olmuştu. Bu okul sıralarında dikkatimi çeken şey; sıralar üzerindeki
yazılar çok masumane görünen taraf tutma, hizalanma ve susma gibi güdülerle
donanmış olmasıydı. Onun dışında sıranın biçimlendirebilme özelliği de ayrı bir
durum olarak gözüme çarptı. Hem fiziksel hem ruhsal şekilleniyorsunuz. İşte burada Althusser’in de gördüğü gibi
toplumu baskı ve ideoloji ile yola getirmek için devletin baskı araçları olan
cezaevi, siyasal sistem, ibadethane, basın yayın olduğu gibi okulun da dâhil olduğunu
gördüm. Bunları propaganda uygulamalardan çok, çocukların çocuksu davranışlarında
gördüm. Bu masum ince bir ayrıntıdır ancak geneli ilgilendirecek kadar etkili
bir olaydır diye düşünüyorum. Birden beşe kadar bütün sınıfların aynı derslikte
eğitim almak durumunda kaldığı sınıflar var. Ki bunlardan birinde ben de okudum.
Bu sınıflarda çocuklar aynı ders saati içinde kendilerine ait dersleri
öğreniyorlar yani beş farklı gurup beş farklı dersi aynı anda çalışıyor. Tek
zaman içinde çok farklı anları bir arada yaşama durumu yaşıyorsunuz. Bunu da
aslında ideolojinin tarihi olmayacağı düşüncesinden yola çıkarak tarihsizliği
okudum. “Girdi-İşlem-Çıktı” işimde farklı beş tuvale farklı bir sınıfı tek
ayakta gösterdim. Daha sonra bu parçaları bir araya getirerek birleştirdim.
Böylelikle aslında farklı olan beş durumu tek durummuş gibi hissettirmeye
çalıştım.
Benzeşme ve tekerrür zannedersem bir diğer tema olarak önümüzde
duruyor. 2015 tarihli “Zaman İçinde” çalışmasını bu açıdan ayrıca dikkatimi
çekti. Tüm bir Ortadoğu coğrafyasının “infilak” üzerinden benzeşmesi… Bu kısır
döngünün kırılabileceğine ilişkin umudunuz var mı, bu nasıl olabilir?
- Bu işin aslını belki tarihsel
arka planındaki şu durumla daha iyi açıklayabilirim sanırım. Aşiret mektepleri Abdülhamit
zamanında kurulmuş son toprak kurtarma girişimlerinden sadece bir tanesi. O dönem
sonlarında özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta yaşadığı balkan bölgeleri
neredeyse tamamıyla kaybedilmiş. Devletin elinde Ortadoğu ve Trablusgarp’ın bir
bölümü kalmış. Osmanlı bir anda değişmiş ve Sünni nüfusun yoğun olduğu bir
devlete dönüşmüş. Özünde aslında başka bir devlet olmuş. Artık devletin yeni
toprak kazanma gibi bir derdi kalmayıp elindeki toprakları kaybetmeme siyaseti
geliştirmiştir. Aşiret mektepleri işte bu noktada devreye giriyor.
İstanbul’da Aşiret Mektebi diye
bir okul açılıyor burada okutulacak öğrencilerin tanınmış bir ailenin çocuğu
olmasını dikkat ediliyor ve bunların çoğu Arap, Kürt ve Arnavut aşiret reisi
çocukları oluyor. Tıpkı İngilizlerin kabile reisi çocuklarına yönelik açtıkları
okular gibi… Halep, Bağdat, Suriy, Musul Basra, Diyarbakır, Kudüs ve
Trablusgarp’tan getirilen bu değerli çocuk zatlar. Bir iki yıl içinde tıpkı bu
günkü gibi kendi aralarında örgütleniyor ve diğer örgütlenen sınıf
arkadaşlarıyla anlaşamıyorlar. Husumetleri artıkça kendi aralarındaki kavgalar
da artmaya başlıyor. Kavgalar artınca okul kapanıyor. Yani iyileştirme
başarısız sonuçlanıyor.
Ortadoğu’daki durumda, aynen
böyle bir şey aslında, bana göre aşiret mektepleri bu günün sadece küçük bir
versiyonu. En ufak yerlerde bile anlaşamama, haklarımıza saygılı olamama özelliğimiz
var. Herkes pastanın büyük dilimini istiyor. Anlaşamazlık küçük bir bölgede
olunca, kavgaya diye nitelendiriliyor. Büyük bir alanda gerçekleşince savaş
oluyor, Zaman içinde çalışmamda böyle bir duruma değinmeye çalıştım. Öğrencilerin
geldiği altı Ortadoğu şehrini bugünle kıyasladım. Bu kısır döngü böyle devam
eder mi etmez mi bilmiyorum ama bitmesi konusundaki umudumu yitirmek
istemiyorum…
Bu keyifli söyleşi için teşekkürler.
Son olarak bu güçlü eleştirel sergiyi de görünce ve mevcut çalkantılı ve
hazin durumu da göz önünde bulundurunca, sizin çalışmalarınızın ne yöne doğru
ilerleyeceğini haliyle merak ediyor insan. Bununla bitirelim isterseniz...
Ben teşekkür ederim. Plan
programlı çalışan biri değilim açıkçası; yarın şunu yapacağım ondan sonraki gün
bunu yapacağım diye ayırmıyorum. Hiçbir sanatçının böyle davranmasını da
mantıklı bulmuyorum. Bugün böyle bir konuyla ilgileniyorum çünkü bu günün bana
sundukları bunlar. Ve bu durumları yaşıyorum. Yarın başka bir şeyle ilgilenmem
için yarının gelmesini beklemem gerekli. Onun için yarın oluşacak temayla
ilgili net fikir oluşturamıyorum. Son bir senedir bir cezaevinde çalışıyorum.
Tutsaklara resim dersleri veriyorum. Şimdilik oradaki atmosferle ilgili bir şeyler
yapmak istiyorum. Ama yarın
yaşayacaklarım bana böyle bir imkân verir mi bilmiyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder