25 Mart 2016 Cuma

                                                                  İstanbul Art News

İhsan Oturmak ile Söyleşi: “Değiştirilmeyi Bekler Gibi”
Oktay Orhun
İhsan Oturmak'ın İstanbul'daki ilk kişisel sergisi Engin Sustam küratörlüğünde 12 Şubat Cuma günü Depo'da açıldı. 1987 yılında Diyarbakır'da doğan İhsan Oturmak'ın bu sergisi, Kürt, Arap ve Arnavut aşiret çocuklarına yönelik bir terbiye ve tebdil mekânı olan 19. yüzyıl aşiret mektepleri ve sonrasında cumhuriyet okullarının sırtını yasladığı “Medeniyet” söylemine yönelik eleştirel işlerden meydana geliyor. Rotary, Akbank Sanat ve Art Revolution Taipei gibi sanat yarışmalarında ödüller kazanan sanatçı 2012 İKSV Cité Internationale des Arts'da rezidans programına katılmıştı. İlk kişisel sergisini 2015'te Londra Karavil Contemporary'de açan Oturmak’ın katıldığı sergiler arasında "İstanbul Tasarım Bienali/ Salon İstanbul" 2012, "Déambulations dans la Turquie contemporaine", Espace Cultural Louis Vuitton Paris 2013, "Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi", Aksanat 2015, "Being" Hinterland Galerie Viyana 2015 bulunmakta… Depo’da 13 Mart’a kadar izlenebilecek olan “Üç Kusurlu İşlem - Aşiret, Mektep, Medeniyet” sergisini sanatçısı ile konuştuk…

Merhaba, öncelikle bize Depo’daki yeni serginizin kavramsal çerçevesinden bahsedebilir misiniz?
Merhaba. Uzun bir süredir eğitim üzerine denemeler serimi sürdürüyorum. Her ne kadar çıkış noktam farklı bir terim olan teklik, biriciklik kavramı olsa da, sorduğum sorular beni zamanla hem geçmişte hem şimdilerde içinde olduğumuz Eğitim ve Denetim meselesine getirmiş oldu.
İki yıl önce bu soruların daha çok kendimle olan bölümüyle ilgileniyorken üretimimin düşünsel ve biçimsel tüm aşamaları sorular sormaya başladıkça benden çıkarak bazı kişisel ve evrensel tarihlerle birlikte biz kavramını oluşturmaya başladı. Böyle olunca bir isim, bir kavram, sembol ya da sadece anlık bir görüntü kısacası her şey beni tetikler oldu. Örneğin üstünde çalıştığım kavramların kelime anlamından, aslında kim olduğuma, beni ne kadar kapsadığından önceki kapsama alanlarına kadar giderken karşıma çıkan eski uygulamalara, bunun çeşitli formlar değiştirerek farklı isimler almasına kadar konunun derinleştiğini ve çeşitlilik gösterdiğini gördüm. Tarih içinde sıradan gibi görünen bazı terimlerin aşiret mekteplerine oradan askerî yapılanmaya uzandığını görüp ister istemez bu konuları da kapsayan bir eğitim ve denetim devinimine girdim. Bu iki yıl bunları sıra haline koyarak olayın bütününe daha doğrusu özüne ulaşmaya çalıştım.
“Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” politik bir sergi olarak değerlendirebilir miyiz peki? Sizce bir sanatı politik kılan şey nedir?
- İlk yola çıktığımda aklımda politik bir sergi oluşturayım fikri yoktu.  Daha çok kendimle ile ilgili bazı sorunlarım vardı ve bir şekilde bu sorunlar üzerine giderek çözmeye ve algılamaya çalışıyordum. Bunu toplumdaki yerimi kavramak diye de tanımlayabilirsiniz. Özellikle üniversite yıllarımda Anadolu’dan Batı’ya gelen öğrencilerde Batı kültürüne adapte olma çabalarını hissetmekle kalmıyor bu durumu yaşıyordum. Anadolu da yirmi yıl yaşamış bir genç, bir günde tüm geçmişini silebiliyordu. Ve yeni biri olabiliyordu. İşin enteresan tarafı bunu kendi isteğiyle yapıyordu. İnanılmaz bir şey. Ben buna kendimce cümle inkılabı diye nitelendiriyordum. Sergide bu ismi taşıyan işimde Aşiret mektebiyle paslaşarak dönem tekrarları ile göstermeye çalıştım... Başlangıç noktam da tıpkı bu söylediklerim gibi çocuksu, sade ve apolitikti. Birkaç yıl önce bu durumu çok iyi açıkladığını düşündüğüm “üniformite” adlı bir işim vardı.  Atmışa yakın siyah önlüklü öğrenci arasında tek bir mavi önlüklü çocuk. Değiştirilmeyi bekler gibi…
Sade, öz olanla ilgilenirken ister istemez gündelik olanın bile politik olduğu coğrafyamız bizi etkiliyor. Yaşamımıza şekil veriyor ve ürettiklerimizin temel sebeplerinden biri haline gelebiliyor. Bu coğrafya her tarafı sorunlarla yüklü olunca farkında olmadan bir bakmışsınız sizde sorunlu biri haline gelmişsiniz. Sorunlu biri olunca sorunlarınız ürettiklerinize yaşamınıza yansıyor. Ve işleriniz politik olarak okunuyor. Yani aslında sanatçı asla politik iş üretmez( böyle bir çabaya da girmemeli bence) zaman, mekân ve yaşanılan durumlar o an için o işi politik gösterir. Sergide İsimsiz 259x48 boyutlarındaki işimde farklı beş köyü bir araya getirerek tek bir yer izlenimi yaratmaya çalıştım ve izleyen kişilerden “iki resim arasındaki yedi farkı” ister gibi farksızlığını kavratmak istedim. Bu köyler bu gün Toledo da olmuş olsaydı politik olarak okunmayacaktı. Ama bu coğrafyada olduğunda onun politik okunmaktan başka çaresi kalmıyor. Bu nedenle bence bir sanatı hem politik hem başka şey kılan zaman, mekân ve o dönemin durumları oluyor.
Ben sergiyi gezerken, Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları”nda mektebe/okula yaptığı vurgu aklıma sık sık geldi. Neredeyse okul ile bir torna tezgâhı arasındaki benzeşme ziyadesiyle göz önündeydi. Bu soruyu sorarken mesela başta 2013 tarihli “Girdi-İşlem-Çıktı” ve 2015 tarihli “Nizam” çalışmalarınız gözümde canlanıyor. Bu vurgunun sizin kendi yaşantınızda da bir karşılığı var mı?
Aslında başta belirttiğim gibi vurgunun elbette yaşamımda bir karşılığı var iyi bir işi ortaya koyabilmek için ihtiyacım olan en önemli şey samimiyet oluyor. Her şeyden önce o gerçeği içinizde oluşturmanız lazım. Bir işin samimi olabilmesi için de öncelikle ilgilendiğiniz şeye temas etmeniz gerekiyor. Onu az da olsa yaşamanız gerekiyor ya da yaşamınıza dahil etmeniz. Yaşadığım bölge bu konuda bana fazlasıyla imkân sağladı. 2015 tarihli “Nizam” işini üretmeden önce 20 sıralık bir köy okuluna seyahatim olmuştu. Bu okul sıralarında dikkatimi çeken şey; sıralar üzerindeki yazılar çok masumane görünen taraf tutma, hizalanma ve susma gibi güdülerle donanmış olmasıydı. Onun dışında sıranın biçimlendirebilme özelliği de ayrı bir durum olarak gözüme çarptı. Hem fiziksel hem ruhsal şekilleniyorsunuz.  İşte burada Althusser’in de gördüğü gibi toplumu baskı ve ideoloji ile yola getirmek için devletin baskı araçları olan cezaevi, siyasal sistem, ibadethane, basın yayın olduğu gibi okulun da dâhil olduğunu gördüm. Bunları propaganda uygulamalardan çok, çocukların çocuksu davranışlarında gördüm. Bu masum ince bir ayrıntıdır ancak geneli ilgilendirecek kadar etkili bir olaydır diye düşünüyorum. Birden beşe kadar bütün sınıfların aynı derslikte eğitim almak durumunda kaldığı sınıflar var. Ki bunlardan birinde ben de okudum. Bu sınıflarda çocuklar aynı ders saati içinde kendilerine ait dersleri öğreniyorlar yani beş farklı gurup beş farklı dersi aynı anda çalışıyor. Tek zaman içinde çok farklı anları bir arada yaşama durumu yaşıyorsunuz. Bunu da aslında ideolojinin tarihi olmayacağı düşüncesinden yola çıkarak tarihsizliği okudum. “Girdi-İşlem-Çıktı” işimde farklı beş tuvale farklı bir sınıfı tek ayakta gösterdim. Daha sonra bu parçaları bir araya getirerek birleştirdim. Böylelikle aslında farklı olan beş durumu tek durummuş gibi hissettirmeye çalıştım.
Benzeşme ve tekerrür zannedersem bir diğer tema olarak önümüzde duruyor. 2015 tarihli “Zaman İçinde” çalışmasını bu açıdan ayrıca dikkatimi çekti. Tüm bir Ortadoğu coğrafyasının “infilak” üzerinden benzeşmesi… Bu kısır döngünün kırılabileceğine ilişkin umudunuz var mı, bu nasıl olabilir?
- Bu işin aslını belki tarihsel arka planındaki şu durumla daha iyi açıklayabilirim sanırım. Aşiret mektepleri Abdülhamit zamanında kurulmuş son toprak kurtarma girişimlerinden sadece bir tanesi. O dönem sonlarında özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta yaşadığı balkan bölgeleri neredeyse tamamıyla kaybedilmiş. Devletin elinde Ortadoğu ve Trablusgarp’ın bir bölümü kalmış. Osmanlı bir anda değişmiş ve Sünni nüfusun yoğun olduğu bir devlete dönüşmüş. Özünde aslında başka bir devlet olmuş. Artık devletin yeni toprak kazanma gibi bir derdi kalmayıp elindeki toprakları kaybetmeme siyaseti geliştirmiştir. Aşiret mektepleri işte bu noktada devreye giriyor.
İstanbul’da Aşiret Mektebi diye bir okul açılıyor burada okutulacak öğrencilerin tanınmış bir ailenin çocuğu olmasını dikkat ediliyor ve bunların çoğu Arap, Kürt ve Arnavut aşiret reisi çocukları oluyor. Tıpkı İngilizlerin kabile reisi çocuklarına yönelik açtıkları okular gibi… Halep, Bağdat, Suriy, Musul Basra, Diyarbakır, Kudüs ve Trablusgarp’tan getirilen bu değerli çocuk zatlar. Bir iki yıl içinde tıpkı bu günkü gibi kendi aralarında örgütleniyor ve diğer örgütlenen sınıf arkadaşlarıyla anlaşamıyorlar. Husumetleri artıkça kendi aralarındaki kavgalar da artmaya başlıyor. Kavgalar artınca okul kapanıyor. Yani iyileştirme başarısız sonuçlanıyor.
Ortadoğu’daki durumda, aynen böyle bir şey aslında, bana göre aşiret mektepleri bu günün sadece küçük bir versiyonu. En ufak yerlerde bile anlaşamama, haklarımıza saygılı olamama özelliğimiz var. Herkes pastanın büyük dilimini istiyor. Anlaşamazlık küçük bir bölgede olunca, kavgaya diye nitelendiriliyor. Büyük bir alanda gerçekleşince savaş oluyor, Zaman içinde çalışmamda böyle bir duruma değinmeye çalıştım. Öğrencilerin geldiği altı Ortadoğu şehrini bugünle kıyasladım. Bu kısır döngü böyle devam eder mi etmez mi bilmiyorum ama bitmesi konusundaki umudumu yitirmek istemiyorum…
Bu keyifli söyleşi için teşekkürler.  Son olarak bu güçlü eleştirel sergiyi de görünce ve mevcut çalkantılı ve hazin durumu da göz önünde bulundurunca, sizin çalışmalarınızın ne yöne doğru ilerleyeceğini haliyle merak ediyor insan. Bununla bitirelim isterseniz...

Ben teşekkür ederim. Plan programlı çalışan biri değilim açıkçası; yarın şunu yapacağım ondan sonraki gün bunu yapacağım diye ayırmıyorum. Hiçbir sanatçının böyle davranmasını da mantıklı bulmuyorum. Bugün böyle bir konuyla ilgileniyorum çünkü bu günün bana sundukları bunlar. Ve bu durumları yaşıyorum. Yarın başka bir şeyle ilgilenmem için yarının gelmesini beklemem gerekli. Onun için yarın oluşacak temayla ilgili net fikir oluşturamıyorum. Son bir senedir bir cezaevinde çalışıyorum. Tutsaklara resim dersleri veriyorum. Şimdilik oradaki atmosferle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum.  Ama yarın yaşayacaklarım bana böyle bir imkân verir mi bilmiyorum…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder