Cumhuriyet,Hayatımızın Kara Tahtası Nazlı Pektaş
1973 yılında, kültür ve sanat alanında uluslararası bir ağ
oluşturulması amacıyla
Nejat Eczacıbaşı tarafından kurulan
İstanbul Kültür Sanat Vakfı, yıllardır
sanatın her alanında bu ağı gittikçe genişleterek ve sağlamlaştırarak yoluna
devam ediyor. Bienaller ve festivaller; müzik, sinema, tiyatro, çağdaş sanat ve
son olarak da tasarım alanında izleyiciyi hem kendi coğrafyamızdan hem de
farklı coğrafyalardan, alanlarında usta ve uzman isimlerle karşılaştırıyor.
İKSV, 2009’dan bu yana Paris’in merkezinde yer alan ve 1965 yılından bugüne
dünyanın farklı coğrafyalarından 18 binden fazla sanatçıya çalışma ve yaşama
olanağı sağlamış köklü bir sanat kurumu olan
Cité Internationale des Arts’da, Türkiye’den sanatçıların
katılabileceği misafir sanatçı programına katkıda bulunuyor. Program, TC Kültür
ve Dışişleri Bakanlıklarının himayesinde, İKSV, Simit Derneği ve Cité des Arts
işbirliğiyle başlatıldı ve İKSV’nin koordinasyonunda 2029 yılına dek sürecek.
Misafir sanatçı programının 2013 yılındaki ilk
konuğu sayfalarımızdan da takip
ettiğiniz gibi İhsan Oturmak. Şikayet etmekte zorlandıklarımız hakkında
resimler yapan İhsan Oturmak; Türkiye’yi karatahtaya kaldırıyor ve adını
tahtaya yazıyor. Bu kez tek ayak üstünde durma sırası kimde?
1987
Diyarbakır doğumlu ve 2012’de eğitimini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim
Fakültesi Resim İş Öğretmenliği bölümünü bu yıl bitiren genç sanatçı ile
yolculuk öncesi konuştuk
-Rotary Resim Yarışması'nda bu yıl henüz okulunu bitirmemiştin ki büyük ödülün
sahibi oldun. Resim yarışmaları çok şey değiştirir mi genç sanatçının
yaşamında?
-Yarışmalar resim öğrencilerinin arasında
hep önemli olmuştur özellikle de maddi açıdan. Ben yaptığım işlere çok
güveniyordum iyi bir şeyler olacağını
düşünüyordum. Ödülü aldım bu maddi ve manevi açıdan önemliydi. Ama
İstanbul’daki galeriler hemen peşime falan düşmediler öyle popüler bir şeyler
olmadı. Ama başka bir şey oldu. Tesadüf eseri, sergilemenin olduğu yerden geçen
Louis Vuitton küratörleri Herve Mikaeloff ve Marie Ange Moulonguet resimlerimle
ilgilendiler. Şimdi resimlerim Paris’teki Louis Vuitton Champs Elysees
mağazasında yer alan sanat merkezi Espace Culturel’de açılan 11 çağdaş Türk
sanatçının eserlerinden oluşan “Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde Gezintiye
Çıkmak” sergisinde 6 ocak’ a kadar sergilenecek. Başka genç sanatçıları
bilmiyorum ama bir resim yarışması yolculuğumu hızla değiştirdi.
-Hızlı bir başlangıç seninki.
Şimdi yine Paris’e gidiyorsun. Bu kez üreterek ve yaşayarak orada olacaksın.
Seni korkutan bir şey var mı?
-Hep eleştirdiğim şeyden korkuyorum: Tek
tipleşmekten makineleşmekten. Sıf talep var diye resim yapmak istemiyorum.
Çünkü ben samimi işler yapmayı seviyorum. Sorunlar üzerine odaklanıyor bezen
geçmişe gidiyor bazen bugünde yakalıyorum. Tuvalin karşısına geçtiğimde neyi
yapacağımı biliyorum. Örneğin hem yarışmada sergilenen hem de Paris’e giden
öğrenciler serilerdeki resimlerimde, okuldaki sistemle, dışarıdaki sistemi
ilişkilendirmeye çalıştım. Bu ilişki bir süre daha devam edecek. Doğuda terk edilmiş bir köy
okulu gezdim. Eskici ve antikacılarda dolaşıyorum. Ev sahibim bir öğretmen,
ondan okul fotoğraflarını aldım ve hikayelerini dinledim. Bu gerçekliği takip
ediyorum ve bu Paris’te de sürecek.
-Bu gerçeklik üzerinden devam
edelim ve hep eleştirdiğin tek tipleşme meselesini derinleştirelim.
Soyut dünyalarda boğulmaktan korkan biri
oldum hep. Dolayısıyla varolan şeylerle ilgileniyorum ve toplumda olan bitenden
de soyutlanmak istemiyorum.Öğrenciler serisinden önce toplum içindeki insanları
birbirinden ayıramadığım bir dönemim olmuştu. Onları algılayamıyordum ve
makineleştiklerini düşünüyordum. Bunu sorgulamaya başladım. Kapitalist sistemin
bir sonucu muydu? Başka sebepleri var mıydı? Bir yandan da birbirlerini tekrar
eden figürler yapıyordum. Derken çocukluğu hatırladım. Okulu, sınıfı
arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi. Hafızamdakiler ve çevremdekiler tek tipleşmede
ortak bir zeminimiz olduğunu gösteriyordu: Eğitim sistemimiz. Ve öğrencileri
konu ettiğim resimler ortaya çıktı. Eleştirdiklerimi tahta önünde resmettiğim
çocuklarla ve tahtaya yazdıklarımla anlatmaya çalışıyorum. O tahtalarda,
konuşanlar yazıyor, arkadaşlar lütfen konuşmayın yazıyor, şişko Ahmet yazıyor,
hepimizin tekrarlamaktan usandığı Ali ata bak yazıyor… O tahtanın önünde tek
ayaküstünde duran çocuklar var.
-Türkiye coğrafyasında ilkokul
mezunu olabilmiş herkesin kara tahtasında yuttuğu tebeşir tozlarını kusuyorsun
adeta…
Beyaz yakalı siyah önlüklerimiz , maviler
ve şimdi serbest kıyafet. Beyinler aynı kaldığı sürede elbise sadece bir araç.
Birileri farklılıklara karşı çıktığında cezalandırılıyor tahta önünde.Tek
tipleşmek çocukluğumuzdan geliyor. Farklılaştığımızda hemen tahtaya adımız
yazılıyor. Çok konuştuğumuzda tek ayak üstünde bekliyoruz. Askeri sistemle
yetiştirildik ve birbirimize benzetilmeye çalışıldık hep.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder