25 Mart 2016 Cuma

                                            Cumhuriyet,Hayatımızın Kara Tahtası Nazlı Pektaş

1973 yılında,  kültür ve sanat alanında uluslararası bir ağ oluşturulması amacıyla Nejat Eczacıbaşı tarafından kurulan İstanbul Kültür Sanat Vakfı, yıllardır sanatın her alanında bu ağı gittikçe genişleterek ve sağlamlaştırarak yoluna devam ediyor. Bienaller ve festivaller; müzik, sinema, tiyatro, çağdaş sanat ve son olarak da tasarım alanında izleyiciyi hem kendi coğrafyamızdan hem de farklı coğrafyalardan, alanlarında usta ve uzman isimlerle karşılaştırıyor. İKSV, 2009’dan bu yana Paris’in merkezinde yer alan ve 1965 yılından bugüne dünyanın farklı coğrafyalarından 18 binden fazla sanatçıya çalışma ve yaşama olanağı sağlamış köklü bir sanat kurumu olan Cité Internationale des Arts’da, Türkiye’den sanatçıların katılabileceği misafir sanatçı programına katkıda bulunuyor. Program, TC Kültür ve Dışişleri Bakanlıklarının himayesinde, İKSV, Simit Derneği ve Cité des Arts işbirliğiyle başlatıldı ve İKSV’nin koordinasyonunda 2029 yılına dek sürecek. 
 Misafir sanatçı programının 2013 yılındaki ilk konuğu  sayfalarımızdan da takip ettiğiniz gibi İhsan Oturmak. Şikayet etmekte zorlandıklarımız hakkında resimler yapan İhsan Oturmak; Türkiye’yi karatahtaya kaldırıyor ve adını tahtaya yazıyor. Bu kez tek ayak üstünde durma sırası kimde?
1987 Diyarbakır doğumlu ve 2012’de eğitimini Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim İş Öğretmenliği bölümünü bu yıl bitiren genç sanatçı ile yolculuk öncesi konuştuk
-Rotary Resim Yarışması'nda bu yıl  henüz okulunu bitirmemiştin ki büyük ödülün sahibi oldun. Resim yarışmaları çok şey değiştirir mi genç sanatçının yaşamında?

-Yarışmalar resim öğrencilerinin arasında hep önemli olmuştur özellikle de maddi açıdan. Ben yaptığım işlere çok güveniyordum iyi  bir şeyler olacağını düşünüyordum. Ödülü aldım bu maddi ve manevi açıdan önemliydi. Ama İstanbul’daki galeriler hemen peşime falan düşmediler öyle popüler bir şeyler olmadı. Ama başka bir şey oldu. Tesadüf eseri, sergilemenin olduğu yerden geçen Louis Vuitton küratörleri Herve Mikaeloff ve Marie Ange Moulonguet resimlerimle ilgilendiler. Şimdi resimlerim Paris’teki Louis Vuitton Champs Elysees mağazasında yer alan sanat merkezi Espace Culturel’de açılan 11 çağdaş Türk sanatçının eserlerinden oluşan “Yolculuklar: Günümüzün Türkiye’sinde Gezintiye Çıkmak” sergisinde 6 ocak’ a kadar sergilenecek. Başka genç sanatçıları bilmiyorum ama bir resim yarışması yolculuğumu hızla değiştirdi.

-Hızlı bir başlangıç seninki. Şimdi yine Paris’e gidiyorsun. Bu kez üreterek ve yaşayarak orada olacaksın. Seni korkutan bir şey var mı?

-Hep eleştirdiğim şeyden korkuyorum: Tek tipleşmekten makineleşmekten. Sıf talep var diye resim yapmak istemiyorum. Çünkü ben samimi işler yapmayı seviyorum. Sorunlar üzerine odaklanıyor bezen geçmişe gidiyor bazen bugünde yakalıyorum. Tuvalin karşısına geçtiğimde neyi yapacağımı biliyorum. Örneğin hem yarışmada sergilenen hem de Paris’e giden öğrenciler serilerdeki resimlerimde, okuldaki sistemle, dışarıdaki sistemi ilişkilendirmeye çalıştım. Bu ilişki bir süre daha  devam edecek. Doğuda terk edilmiş bir köy okulu gezdim. Eskici ve antikacılarda dolaşıyorum. Ev sahibim bir öğretmen, ondan okul fotoğraflarını aldım ve hikayelerini dinledim. Bu gerçekliği takip ediyorum ve bu Paris’te de sürecek.

-Bu gerçeklik üzerinden devam edelim ve hep eleştirdiğin tek tipleşme meselesini derinleştirelim.

Soyut dünyalarda boğulmaktan korkan biri oldum hep. Dolayısıyla varolan şeylerle ilgileniyorum ve toplumda olan bitenden de soyutlanmak istemiyorum.Öğrenciler serisinden önce toplum içindeki insanları birbirinden ayıramadığım bir dönemim olmuştu. Onları algılayamıyordum ve makineleştiklerini düşünüyordum. Bunu sorgulamaya başladım. Kapitalist sistemin bir sonucu muydu? Başka sebepleri var mıydı? Bir yandan da birbirlerini tekrar eden figürler yapıyordum. Derken çocukluğu hatırladım. Okulu, sınıfı arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi. Hafızamdakiler ve çevremdekiler tek tipleşmede ortak bir zeminimiz olduğunu gösteriyordu: Eğitim sistemimiz. Ve öğrencileri konu ettiğim resimler ortaya çıktı. Eleştirdiklerimi tahta önünde resmettiğim çocuklarla ve tahtaya yazdıklarımla anlatmaya çalışıyorum. O tahtalarda, konuşanlar yazıyor, arkadaşlar lütfen konuşmayın yazıyor, şişko Ahmet yazıyor, hepimizin tekrarlamaktan usandığı Ali ata bak yazıyor… O tahtanın önünde tek ayaküstünde duran çocuklar var.

-Türkiye coğrafyasında ilkokul mezunu olabilmiş herkesin kara tahtasında yuttuğu tebeşir tozlarını kusuyorsun adeta…


 Beyaz yakalı siyah önlüklerimiz , maviler ve şimdi serbest kıyafet. Beyinler aynı kaldığı sürede elbise sadece bir araç. Birileri farklılıklara karşı çıktığında cezalandırılıyor tahta önünde.Tek tipleşmek çocukluğumuzdan geliyor. Farklılaştığımızda hemen tahtaya adımız yazılıyor. Çok konuştuğumuzda tek ayak üstünde bekliyoruz. Askeri sistemle yetiştirildik ve birbirimize benzetilmeye çalışıldık hep.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder