16 Ocak 2017 Pazartesi

Heinrich Böll dergisi

SERGİ / ÜÇ KUSURLU İŞLEM: AŞİRET, MEKTEP, MEDENİYET; Denetim toplumunun grisi
Heinrich Böll dergisi
https://tr.boell.org/tr/2016/04/13/sergi-uc-kusurlu-islem-asiret-mektep-medeniyet-denetim-toplumunun-grisi

Creator: hbs. All rights reserved.
Anadolu’nun çok kültürlülüğü, militarizm, eğitim ve ceza temasıyla resim dünyasını oluşturan genç sanatçı İhsan Oturmak 12 Şubat – 13 Mart tarihleri arasında İstanbul’daki ilk kişisel sergisi Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet’i Depo’da sergiledi. İhsan Oturmak’la sergisi kapsamında "muktedir"in "mektep"le ilişkisini, buradan nasıl bir "medeniyet" inşa edildiğini konuştuk...
Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet’in çıkış noktası nedir?
İhsan Oturmak: Her şeyden önce ilk başta kendimi, nerede olduğumu, toplumdaki yerimi merak ediyordum. Bu fikirlerin üzerine gitmeye başladığımda, özellikle üniversitede okurken, Anadolu’dan gelenlerin değişimlerine tanık oluyordum. İstanbul’a geldiklerinde çok farklı bir kültürle karşılaşıyorlar. Bu kültüre adapte olmaya çalışırken yaşadıkları değişimi anlamlandırmaya çalışıyordum. Kişi bu yeni yerde, kültürde dikkat çekmeden kamufle olmak istiyor. Farklı biri gibi davranmak dikkat çekmemesini sağlıyor ve kendini öyle kabul ettirmek ona yeni bir kimlik kazandırıyor. Bu fikirler bir süre sonra sorularımı derinleştirme ihtiyacını doğurdu. Bunun sebebini ararken çocukluktan gelen bir altyapının olabileceğini düşündüm. İnsanlar değişmeye küçük yaşta başlatılıyor, bu hissiyat o dönemde oluşturuluyor, ama bu ancak büyüdükten sonra ortaya çıkıyor. Özellikle kendi hayatımda geriye doğru gitmeye çalıştım, değişimin ilkokul eğitimiyle alâkalı olabileceğini düşündüm. İlkokulları araştırmaya başladım.
Resimlerinde bu fikirler kendini nasıl ele vermeye başladı?
Düşüncelerim, hissettiklerim ve yaşadıklarımla yaptığım işler arasında bir paralellik oluşuyor, ben de zaten buna gayret ediyorum, ama bunların yansımalarını hep daha sonra görüyorum. Bir şehirdeyken o şehrin atmosferini yaşıyorum, fakat o şehrin benim üzerimdeki etkisini kavrayamıyorum. Oradaki atmosferi kavrayabilmek için ona başka şehirden, başka bir tarihten de bakmam gerekiyor. Bulunduğum coğrafyada rutin bir atmosfer yaşıyordum. Ne yaşadığımın farkında değildim. Ne zaman ki bölge değiştirmeye başladım, üzerinden zaman geçmiş oldu, daha önce içinde olduğum durumu da kavramış oldum. Yer ve zaman değiştirerek ailemle nasıl vakit geçirdiğimi hatırlamaya, sokağımı düşünmeye başladım. Arkadaşlarımı, kaçtığım okulu, aldığım dersleri, dövüştüğüm çocukları, aslında her şeyi hatırlamaya başladım. Ve böylelikle bir önceye merak duymaya başladım. Merak etmeye başlayınca ister istemez bunların etkilerini işlerimde gördüm.
Diyarbakırlısın. Seni şekillendiren okul yıllarında Diyarbakır nasıl bir yerdi?
Ben üç defa okula gittim. Okul çağına geldiğimde her çocuk gibi okula başladım, ancak o yıl siyasi sebeplerden ötürü okul süresiz kapatıldı. Okulu bırakmış bulundum. 90’lı yıllardan bahsediyorum. Diyarbakır’a, Benusen mahallesine taşındık. Orada başladığım okula 15 gün sonra bu sefer de ben gitmek istemedim. Okulu bıraktım. Daha sonra, ailemin ısrarıyla, okul hayatımı üniversite eğitimine kadar tamamladım. İlkokul birinci sınıfa başladığımda dokuz-on yaşına gelmiştim. İlkokul üçüncü sınıfa geldiğimde yaşıtlarımın okul forması değişti, çünkü onlar ortaokul öğrencisi olmuştu artık. Bende de önlük fobisi oluşmaya başladı. Ortaokula gittiğimde onlar lisedeydi.
Portreler arası diyalog, Nizam (önde). Creator: hbs. All rights reserved.Bu hengamenin içinde resim yeteneğini nasıl keşfettin?
Keşfetmedim, hep resim yapıyordum. Kendimi ifade etmenin en basit yolu oydu. Kendimi bildim bileli, kâğıt kalem bulduğum anda resim yapıyorum.
Öğretmenlerin bu yeteneğinin nasıl farkına vardı?
Ortaokulda bir resim hocamız vardı, kendisi evinde de resim yapardı, evdeki yağlıboya çalışmalarını genelde sınıfta bizimle birlikte tamamlardı. Onun bana verdiği ilk malzeme tavsiyeleriyle yağlıboya resimle tanıştım. İlk yaptığım resim karlı bir çiftlik manzarasıydı. Boyayı kullanabildiğimi ilk o zaman keşfettim. Resim okuma isteği uyanmıştı içimde. Tembel bir öğrenci değildim, derslerimde başarılıydım, fakat Diyarbakır’daki Güzel Sanatlar Lisesi’nin varlığını öğrendikten sonra oraya girmiştim bile.
1990’lardan çıkıp 2000’lere gelirken Güzel Sanatlar Lisesi öğrencisi olmak nasıl bir durumdu, okul nasıldı?
Diyarbakır’da Güzel Sanatlar Lisesi’nde okumak başkadır. Diyarbakır’la bütünleşmeyen bir okuldur. Diyarbakır’ın siyasi tavrının dışında, bir alt-kültür tavrı var. Bu etnik alt-kültürün altyapısını kırdan kente gelenler oluşturuyor. Bu alt-kültür oradaki yaşamı, eğitim durumunu etkiliyor. Siyasi atmosfer de gündelik hayatı çok belirliyor. Oradaki okullarda bu hâkim nüfusu görmek çok olağan, ama  Güzel Sanatlar Lisesi oraya göre entelektüel kaçan bir okul gibi duruyor. Okuldaki çocukların çoğu zaten oralı olan çocuklar değil, birçoğu tayinle gelen öğretmen, asker çocukları. Diyarbakır’da piyano sesi duyduğunuz bir okul herkese nasip olmuyor. Her şey güzel, müzik, resim... Ama Diyarbakır gerçekliğinden çok uzak. İlk gittiğim zaman çok büyüleyiciydi. Oraya gittiğimde farklı bir kültürle tanıştığımın farkındaydım. Resmi sevdiğimi biliyordum, resim yapmayı öğrenmek istiyordum, buna can atıyordum. Resmi kendi hayatından bir çıkış olarak da görüyorsun, bir anda kendine bir kapı, bir yol açmaya başlıyorsun.
Türkçe senin duygu dilin değil, sanat ise duygunun hâkim olduğu bir alan. Dilde yaşadığın bölünme hali resmine nasıl yansıyor?
Resmin dili, dini, imanı yoktur. Görsel dünyayı algılamanla ilgilidir, belki de bu yüzden resmi seçtim. Kendimi sözle ifade etmeyi seven biri değilim zaten. Kendimi görsel olarak anlatabildiğimin farkına vardım. Türkçeyi şiveli konuşuyorum, Kürtçeyi de güzel konuşmuyorum. Şu anda en iyi resmin dilini kullanıyorum.
Üç Kusurlu İşlem’i şekillendiren bir önemli unsur da topladığın fotoğraflar, değil mi?
Geçmiş merakım bir süre sonra fotoğraflara ilgi duymamı sağladı. İnsanları fotoğraflar aracılığıyla tanımaya başladım. İnsanlar nasıl yaşıyordu? Toplumda varolma biçimleri nasıldı? Topladığım fotoğrafların arkalarına düşülen notlara başta dikkat etmiyordum, ama bir süre sonra onlar  da bu işin bir parçası oldu. Her yerden sıradan insanların fotoğraflarını topluyordum. 1940’lardan bir fotoğraf örneğin, Ayşe’nin, Fatma’nın, Ermeni bir kızın.... Okullarda çekilmiş öğrenci fotoğraflarına meraklıydım. Fotoğrafları toplamam iki yıla yakın sürdü, hâlâ devam ediyorum. Bu fotoğraflarla başka dönemlere ait fikirler elde ediyorsun. Bir kitap belki 70’lerin veya 90’ların çok güzel olduğunu söyler, ama fotoğraflar aynı şeyi söylemiyor. Fotoğraflardaki tekil insanların ifadeleri, sözleri bana hakiki geliyor. Fotoğraflardan birinde bir kız ve yanında iki çocuk var, bir sınıfta çekilmiş. Ama arkasındaki yazıyı 24 yaşında yazmış. Şöyle diyor: “Meğer öğretmenimiz komünistmiş...” Benim için önemli olan fotoğraflarda karşılaştığım çocukların zihni, onların nasıl kuşatıldığı.
Oynamak istemiyorum, Islahat-ı elifba ve tekerrür (duvarda). Creator: hbs. All rights reserved.Uzun süre köy okullarını dolaşıyorsun. Köy okullarında ne arıyordun?
Gittiğim okullarda ne aradığımı bilmiyordum, bazen kapanmış bir okulu merak edip incelemek istiyordum. Bazen gittiğim okullarda çocukların resmini yapıyordum. Batman, Diyarbakır, Siirt, Mardin’de onlarca okulu gezdim. Gezerken bazen daha eski tarihli olabilecek şeyleri merak edip onlara odaklanıyordum, bazen isimlere takılıyordum. Örneğin bir köyün Kürtçe ismi Heştdêr, yani Sekiz Kilise anlamına geliyor. Orada zamanında sekiz kilise varmış, bugün kalıntıları tabii ki var, ama başka hiçbir şey kalmamış. Başka bir yerde köy mezarlığıyla Ermeni mezarlığı karşı karşıya. Bunlar basit bilgiler, zaten yürüdüğün an bu ayağına çarpıyor.
Bu tarih ve fotoğraf laboratuarı seni Abdülhamit dönemine nasıl götürdü?
1930’lar sonrası eğitim politikalarıyla ilgili olarak şöyle bir şeye dikkat ettim: Okulların evrensel stratejileri olduğu gibi, bölgesel bazı stratejileri de var. Bunu özellikle köy okullarına giderken fark ettim. Okuma fişlerinde, yazılarda, tebeşirlerde, konuşma şekillerinde bunun izlerini ararken daha önce benzer stratejileri denemiş başka okulların olabileceği ihtimalini de düşündüm. Ama böyle bir okulun cumhuriyetten önce olabileceği ihtimali üzerinde hiç durmadım. Tabii o arada sokakta bulabileceğiniz görsel yazı azalıyor, ister istemez kütüphaneleri incelemek zorunda kalıyorsunuz. Hamidiye Alayları’nı araştırırken öğrendim ki, bu alaya mensup bir aşiret reisi Abdülhamit’e telgraf çekiyor, neden İstanbul’daki Mekteb-i Aşiret-i Hümayun’a bizim çocuklarımız da alınmıyor diye. Bu telgraf üzerine, Abdülhamit tarafından 1892’de açılan bu okula aşiretlerin zengin çocukları da alınmaya başlanıyor. Bu okul, Osmanlı Devleti’nin uğradığı büyük toprak kaybına rağmen elinde kalan bölgelerdeki devamlılığını sürdürmek için aşiretlerle ilişkisini güçlendirmek için kuruluyor. Bu okuldaki eğitim 15 yıl sürüyor, her yıl elliye yakın öğrenci mezun ediyor. Bölgesel gücü elinde bulunduran ailelerin çocuklarının gittiği bir okul.
Serginin adı neden Üç Kusurlu İşlem? Bu ismi vermenin hikâyesi nedir?
Serginin ismini koyarken temelinde benzer kusurları taşıyan sorunları bir araya getirme fikrinden yola çıktım. Özellikle eğitim terimlerinden olan “girdi - işlem-çıktı” bana esin kaynağı oldu. Tüm toplum yapılanmalarının eğitme içgüdüsünü varsayarak, bu durumun disiplinden ziyade denetimle  ilişkili olduğunu  gördüm. Bu denetimin evrensel uygulamaları olduğu gibi, bölgesel hedefleri taşıyan yönlerini de gözardı edemedim. Yakın tarihten günümüze devam ettiği gibi, Osmanlı döneminde de var olan bir durum. Yani şöyle diyebilirim, aşiret ve bölgeleri “girdi”, mektebi “işlem” ve  medeniyeti de “çıktı” olarak tanımladığımda, genel sorunun denetim olduğunu bir nevi ispatlamaya çalıştım.
Zaman içinde Musul, Kudüs, Basra, Halep, Diyarbakır, Bağdat. Karakalem. Creator: hbs. All rights reserved.Bu okullardan mezun olan öğrenciler memleketlerine döndüğünde toplumun önde gelen figürleri haline geliyor. Sen de zaten yaptığın portrelerle onları anıyorsun. Kimlerin portrelerini yaptın? Kim bu insanlar?
Aşiret mektebinde amaç Osmanlı sevgisini aşılamak ve bu aşiretlerin sahibi olduğu toprakları elde tutmaktı. Bu sevgi aşılaması belli bir dönem karşılık buluyor, daha sonraki zamanlarda bazı figürler bu sevgiye zıt tepki veriyor. Okulu kavramaya çalışırken, bu zıt figürlerin okulda olduğu gibi, okuldan sonraki hayatlarında da ön planda olduklarını gördüm. Bunların başında Cibranlı Halit geliyor. Devlete karşı tavır alan bir örgüt kuruyor, faaliyetleri dikkat çekiyor ve öldürülüyor. Molla Hıdır, Hayri Bey gibi isimlerin de benzer hikâyeleri var. Son yaptığım işlerden biri olan Aferin’de de bu zıtlıklar üzerinde durmaya çalıştım. Nasıl oluyor da senin sevgi verdiğin insan senin istemediğin biri haline dönüşüyor? Merak ettiğim buydu; zıtlığın, karşıtlığın durumunu anlamaya çalıştım.
Bu okulda dinî eğitiminin yanı sıra modern bir müfredat da var. Resimlerini yaptığın siyasi figürler memleketlerine döndüklerinde nasıl bir faaliyet içinden sivriliyorlar örneğin?
Örgütleniyorlar. Bu örgütlenme biçimi dönemin iktidar anlayışına büyük zararlar verebilecek duruma geliyor. Tabii, onları örnek alabilecek başka aşiretler de var. Tüm o aşiretlerin böyle bir kolektif harekete dahil olabileceklerini düşündüğümüzde, o dönemin iktidarı açısından hiç de hoş görülmese gerek.
“Mektep” ve “medeniyet” sözcükleri senin için ne ifade eder hale geldi?
Eskisinden farklı olarak “mektep”i bir mekândan ziyade bir işlem yeri gibi algılıyorum. “Medeniyet”i de bir denetim yöntemi gibi. Bu kavramları yola çıkmak için birer araç olarak gördüm aslında.
Yenileşim. Creator: hbs. All rights reserved.Resimlerinin bir hüznü var. Tektip kıyafetlerin içinde duran çocuklar, yetişkinler...
Resmimde ilk dönemlerde grisi az olan renkler kullanıyordum, ama fikirlerim, hayata bakış açım değiştikçe resimlerimde gri ve tonları öne çıktı. Bu renk ve tonların insanların ifadesi üzerinde etkili olduğunu da gördüm. Aslında bu ayrışmayı yaptığım zaman resmin benden daha uzak bir yerde durduğunu hissettim. Böyle durması da iyi hissettiriyor. Gerçeğin içinde değilim, içindeymişim gibi davranıyorum.
Öğretmen, eğitimci olmak bu hikâyeye ne kattı peki?
Okulu bitirince eğitimci olabileceğimi düşünüyordum, ama eğitim üzerine işler üreteceğimi bilmiyordum. (gülüyor) Öğretmenliğimi kendi resmim üzerinde yaptım diyebilirim. Hâkim olduğum bir konu üzerinden işler üretmek öğrenmem gerekenleri minimuma indirdi. Sonuçta soruların bildiğin yerden çıkması iyi olabiliyor.
Aynı zamanda cezaevinde resim dersleri veriyorsun. O nasıl bir deneyim?
O farklı bir deneyim, tıpkı köy okullarına giderken edindiğim deneyim gibi. Seni nereye götüreceğini bilmiyorsun, ama denemek istiyorsun. Haftanın iki günü cezaevine gidiyorum. Toplamda 16 saat orada kalıyorum. Bir koğuşu atölyeye çevirdik. Engellenme hissini çok merak ediyorum. Zaten hayatta engelleniyoruz, ama cezaevi bunun en üst boyutu. Orada resim öğretirken tepende kamera var, yanda infaz memuru seni gözetliyor. Öğretmeye çalışırken gözetlenme fikrini, hareketlerine dikkat etme tecrübesini yaşamak istiyordum. Bu aslında toplumda yaşadığımız denetimin ağırlaştırılmış hali. Şu anda denetlendiğin zaman kendini kötü hissediyorsun, ama öyle bir yere girdiğin zaman denetlenme seviyesi büsbütün artıyor. İster istemez oradan dışarı çıktığın an kendini daha özgür hissediyorsun. Halbuki değilsin. Baskı arttıkça bir alt boyutu seni özgür hissettiriyor, halbuki ikisinde de denetleniyorsun. Her yıl öğrenci sayım değişiyor. Mahkûmlar sürekli cezaevi değiştirdiği için uzun süreli çalışmalar yapamıyoruz. İlk başlarda boncuk işi yapmaya, arabesk işler üretmeye bayılıyorlar, bu da sanırım ezberlerindeki görsel hafızadan geliyor. Öncelikle o kültürü yıkmaya çalıştım, çünkü o kültür onları çok sıradanlaştırmış, psikolojik olarak da onları çok etkilemiş. Epey yol alıyorlar, bir öğrenciyle yedi ay kaldıktan sonra gerçekten güzel bir iş çıkıyor ortaya.

29 Kasım 2016 Salı



           

Olay sadece 'Aşiret Mektebi' değil Erman Ata Uncu Radikal


İhsan Oturmak'ın Depo'da açılan resim sergisi 'Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet'in temelinde, Abdülhamit'in ümmetçi anlayışı doğrultusunda büyük oranda Kürt şehirlerinden öğrencilerin kabul edildiği 1892'de kurulan 'Aşiret Mektepleri' var. Osmanlıca yazılı bir tahta önünde poz veren fesli öğrencilerden beyaz yakalı siyah önlüklü Cumhuriyet çocuklarına, Oturmak'ın aktardığı her manzara, Türkiye'de eğitimi biçimlendiren iktidarın değişmeyen yüzünü gösteriyor: Asık suratlı, ciddi ve bir cendere gibi daraltıcı...
Olay sadece 'Aşiret Mektebi' değil
Devlet dairesi ve gittiği okul arasında herhangi bir fark olmayan kuşak için bu iki kurum arasındaki ilişkiyi kavraması daha da kolaydır muhtemelen… Ne de olsa bugünün okullarının duvarlarında “dört mevsim panosu” dışında da renkli birtakım illüstrasyonlar, mavi ya da siyah önlük yerine iç açıcı renklerde üniformalar var. Ancak tüm bunlar, okulun daha ilk gününden itibaren, öğrencilerini neredeyse askerî nizamla terbiye etmeye çalıştığı gerçeğini saklamaya yeter mi? Beden eğitimiyle şekillendirilmek istenen vücutlar, yetişkinlere her şekilde saygı duyma zorunluluğu, kimi zaman dayakla törpülenmek istenen çıkıntılıklar vs. Yine de eğitim sisteminden, müfredattan şikayete başlamadan önce akılda tutmakta fayda var? belki de işin doğası bu. Duvarları hangi renkte olursa olsun, ne kadar müfredat dışı aktivite gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, eninde sonunda öğrencilerini şekillendirmek üzerine tesis edilmiş bir kurum bu ve iktidarın kendini görünür kıldığı noktalardan sadece birisi.
KÜRT ŞEHİRLERİNDEN GELEN ÖĞRENCİLER...
İhsan Oturmak’ın Depo’da açılan sergisi ‘Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet’in temelinde, her köşenin çizgi film karakterleriyle süslendiği zamanların çok öncesinden bir eğitim kurumu, 1892’de kurulan ‘Aşiret Mektepleri’ var. Abdülhamit’in ümmetçi anlayışı doğrultusunda büyük oranda Kürt şehirlerinden öğrencilerin kabul edildiği okullar bunlar… Senaryo tanıdık. Doğu’dan gelen öğrenciler, İstanbul’da bir kısmı Kürt ve Arap öğretmenler tarafından eğitildikten sonra ümmet fikrini aşılamaları için kendi bölgelerine geri gönderiliyor.
ASIK SURATLI, CİDDİ VE CENDERE GİBİ DARALTICI
Depo’nun orta yerinde de bu öğretmenlerden Cibranlı Halit’i etrafındaki öğrencilerle tasvir eden ‘Oynamak İstemiyorum’ karşılıyor izleyeni. Söz konusu polyester figürler, oyunla askerİ nizam arasındaki ilişkinin kanıtı gibi serginin merkezinde… Ya da başka bir deyişle iktidarın hiç beklemediğimiz yerlerde nasıl karşımıza çıktığının kanıtını sunuyorlar. ‘Islahat­ı Elifba ve Tefekkür 1’de Osmanlıca yazılı bir tahta önünde poz veren fesli öğrencilerden ‘Yenileşme 1’in beyaz yakalı siyah önlüklü Cumhuriyet çocuklarına, Oturmak’ın aktardığı her manzara, Türkiye’de eğitimi biçimlendiren iktidarın değişmeyen yüzünü gösteriyor: Asık suratlı, ciddi ve bir cendere gibi daraltıcı...
Engin Sustam’ın küratörü olduğu 'Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet', her ne kadar ele aldığı dönemlerden dökümanları da içerse, Aşiret Mektepleri’ne dair bir arşiv sergisi değil. Zaten tek mesele Aşiret Mektepleri de değil. Oturmak, iktidarın doğrudan müdahalesinin ayan beyan olduğu bu tecrübeyi, toplum mühendisliğinin geneline dair bir söz söylemek için kullanıyor. Cumhuriyet dönemi, kadın bedenine biçilen kıyafet, Latin alfabesine keskin geçiş…
SERGİNİN EN VURUCU YANI...
Oturmak’ın sergisi, tüm bu unsurların üzerini kazıyor, iktidarın gündelik hayatın damarlarına kadar nasıl sızdığını ortaya seriyor. Ancak serginin en vurucu kısmı da aşiret mekteplerini mümkün kılan anlayışın başka bir yüzünü gösteren “Zamanın İçinde” serisi… Bu mekteplerin öğrencilerinin geldiği Musul, Kudüs, Basra, Halep ve Diyarbakır şehirlerinin bombardıman altında resmedildiği seri, Depo’nun güvenli ortamında seyrettiğimiz bu iktidar ilişkilerinin aslında o kadar da uzağımızda olmadığını gösteriyor.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/erman-ata-uncu/olay-sadece-asiret-mektebi-degil-1516392/
      

6 Nisan 2016 Çarşamba

 
The Elgiz Museum announces its latest exhibition ‘A New Selection from the Elgiz Collection: Faces and Masks’ on display from 26 January-15 April 2016. ‘Faces and Masks’ is a literal and figurative exploration of social and personal identity with underlying themes of celebrity, gender, death and childhood. This selection offers viewers a chance to explore existing and newly-acquired works in painting, sculpture, video and photography in the museum’s Temporary Exhibition Space and Mezzanine floor. 

In this exhibition, we find representations of men, women, children and animals in spaces which may be either worldly and/or psychological. Public personas and private selves overlap. Works may be negotiated both singularly and collectively within a complex framework of identities. Upon entering the museum we are faced with Thomas Houseago’s bronze mask ‘Roman Masks II’, whose father was diagnosed with schizophrenia when the artist was six years old. To its right, David Lachapelle’s ‘Uma Thurman: Gossip’ strikes the viewer with the photographer’s signature hyperrealist elements, this time with Thurman’s crimson red lipstick and coloured eyes. 

Gülsün Karamustafa’s six-minute black and white video ‘Stairway’ opens on the entangled art nouveau Camondo Stairs in the old European quarter of Karaköy, which evokes nostalgia for a former Istanbul and memory of the 19th-century French Jewish Camondo family, and their unfortunate fate at Auschwitz. This together with the music of the Romani children combines historic and contemporary Istanbul. 

On the Mezzanine floor next to the museum offices, visitors can see the first acquisitions made by the Elgiz family in the 1980s. One comes across Modern Turkish painter Nuri İyem’s social realist portrait of the somber Anatolian woman, as well as German artist NERAM’s ‘Helmut, The Public Smoker’ showing the former West German chancellor Helmut Schmidt notoriously smoking the cigarette that he could not dismiss. 

In this new selection, works by the following artists are on view: Alaeddin Aksoy, Ebru Alpagut, Tomur Atagök, Mahmut Aydın, Kezban Arca Batıbeki, Bedri Baykam, Ramazan Bayrakoğlu, Hüseyin Bilişik, Tuncay Deniz, Gürdal Duyar, Burhan Doğançay, Saim Gökhan Ercan, Eric Fischl, Gilbert and George, Mehmet Güleryüz, Haşim Nur Gürel, Hakan Gürsoytrak, Thomas Houseago, Nuri İyem, Çerkez Karadağ, Gülsün Karamustafa, Komet, Danielle Kwaaitaal, David LaChapelle, Levent Morgök, Fikret Mualla, NERAM, İbrahim Örs, İrfan Onürmen, İhsan Oturmak, Wolfgang Petrick, Neriman Polat, Alex Prager, Hande Şekerciler, Cindy Sherman, Hale Tenger, Yunus Tonkuş, Alp Tamer Ulukılıç, Xavier Veilhan, Halil Vurucuoğlu, Pınar Yolaçan and Şenol Yorozlu. 

‘Faces & Masks’ is on view from 26 January-15 April 2016

25 Mart 2016 Cuma

                                                                  İstanbul Art News

İhsan Oturmak ile Söyleşi: “Değiştirilmeyi Bekler Gibi”
Oktay Orhun
İhsan Oturmak'ın İstanbul'daki ilk kişisel sergisi Engin Sustam küratörlüğünde 12 Şubat Cuma günü Depo'da açıldı. 1987 yılında Diyarbakır'da doğan İhsan Oturmak'ın bu sergisi, Kürt, Arap ve Arnavut aşiret çocuklarına yönelik bir terbiye ve tebdil mekânı olan 19. yüzyıl aşiret mektepleri ve sonrasında cumhuriyet okullarının sırtını yasladığı “Medeniyet” söylemine yönelik eleştirel işlerden meydana geliyor. Rotary, Akbank Sanat ve Art Revolution Taipei gibi sanat yarışmalarında ödüller kazanan sanatçı 2012 İKSV Cité Internationale des Arts'da rezidans programına katılmıştı. İlk kişisel sergisini 2015'te Londra Karavil Contemporary'de açan Oturmak’ın katıldığı sergiler arasında "İstanbul Tasarım Bienali/ Salon İstanbul" 2012, "Déambulations dans la Turquie contemporaine", Espace Cultural Louis Vuitton Paris 2013, "Akbank Günümüz Sanatçıları Sergisi", Aksanat 2015, "Being" Hinterland Galerie Viyana 2015 bulunmakta… Depo’da 13 Mart’a kadar izlenebilecek olan “Üç Kusurlu İşlem - Aşiret, Mektep, Medeniyet” sergisini sanatçısı ile konuştuk…

Merhaba, öncelikle bize Depo’daki yeni serginizin kavramsal çerçevesinden bahsedebilir misiniz?
Merhaba. Uzun bir süredir eğitim üzerine denemeler serimi sürdürüyorum. Her ne kadar çıkış noktam farklı bir terim olan teklik, biriciklik kavramı olsa da, sorduğum sorular beni zamanla hem geçmişte hem şimdilerde içinde olduğumuz Eğitim ve Denetim meselesine getirmiş oldu.
İki yıl önce bu soruların daha çok kendimle olan bölümüyle ilgileniyorken üretimimin düşünsel ve biçimsel tüm aşamaları sorular sormaya başladıkça benden çıkarak bazı kişisel ve evrensel tarihlerle birlikte biz kavramını oluşturmaya başladı. Böyle olunca bir isim, bir kavram, sembol ya da sadece anlık bir görüntü kısacası her şey beni tetikler oldu. Örneğin üstünde çalıştığım kavramların kelime anlamından, aslında kim olduğuma, beni ne kadar kapsadığından önceki kapsama alanlarına kadar giderken karşıma çıkan eski uygulamalara, bunun çeşitli formlar değiştirerek farklı isimler almasına kadar konunun derinleştiğini ve çeşitlilik gösterdiğini gördüm. Tarih içinde sıradan gibi görünen bazı terimlerin aşiret mekteplerine oradan askerî yapılanmaya uzandığını görüp ister istemez bu konuları da kapsayan bir eğitim ve denetim devinimine girdim. Bu iki yıl bunları sıra haline koyarak olayın bütününe daha doğrusu özüne ulaşmaya çalıştım.
“Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” politik bir sergi olarak değerlendirebilir miyiz peki? Sizce bir sanatı politik kılan şey nedir?
- İlk yola çıktığımda aklımda politik bir sergi oluşturayım fikri yoktu.  Daha çok kendimle ile ilgili bazı sorunlarım vardı ve bir şekilde bu sorunlar üzerine giderek çözmeye ve algılamaya çalışıyordum. Bunu toplumdaki yerimi kavramak diye de tanımlayabilirsiniz. Özellikle üniversite yıllarımda Anadolu’dan Batı’ya gelen öğrencilerde Batı kültürüne adapte olma çabalarını hissetmekle kalmıyor bu durumu yaşıyordum. Anadolu da yirmi yıl yaşamış bir genç, bir günde tüm geçmişini silebiliyordu. Ve yeni biri olabiliyordu. İşin enteresan tarafı bunu kendi isteğiyle yapıyordu. İnanılmaz bir şey. Ben buna kendimce cümle inkılabı diye nitelendiriyordum. Sergide bu ismi taşıyan işimde Aşiret mektebiyle paslaşarak dönem tekrarları ile göstermeye çalıştım... Başlangıç noktam da tıpkı bu söylediklerim gibi çocuksu, sade ve apolitikti. Birkaç yıl önce bu durumu çok iyi açıkladığını düşündüğüm “üniformite” adlı bir işim vardı.  Atmışa yakın siyah önlüklü öğrenci arasında tek bir mavi önlüklü çocuk. Değiştirilmeyi bekler gibi…
Sade, öz olanla ilgilenirken ister istemez gündelik olanın bile politik olduğu coğrafyamız bizi etkiliyor. Yaşamımıza şekil veriyor ve ürettiklerimizin temel sebeplerinden biri haline gelebiliyor. Bu coğrafya her tarafı sorunlarla yüklü olunca farkında olmadan bir bakmışsınız sizde sorunlu biri haline gelmişsiniz. Sorunlu biri olunca sorunlarınız ürettiklerinize yaşamınıza yansıyor. Ve işleriniz politik olarak okunuyor. Yani aslında sanatçı asla politik iş üretmez( böyle bir çabaya da girmemeli bence) zaman, mekân ve yaşanılan durumlar o an için o işi politik gösterir. Sergide İsimsiz 259x48 boyutlarındaki işimde farklı beş köyü bir araya getirerek tek bir yer izlenimi yaratmaya çalıştım ve izleyen kişilerden “iki resim arasındaki yedi farkı” ister gibi farksızlığını kavratmak istedim. Bu köyler bu gün Toledo da olmuş olsaydı politik olarak okunmayacaktı. Ama bu coğrafyada olduğunda onun politik okunmaktan başka çaresi kalmıyor. Bu nedenle bence bir sanatı hem politik hem başka şey kılan zaman, mekân ve o dönemin durumları oluyor.
Ben sergiyi gezerken, Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları”nda mektebe/okula yaptığı vurgu aklıma sık sık geldi. Neredeyse okul ile bir torna tezgâhı arasındaki benzeşme ziyadesiyle göz önündeydi. Bu soruyu sorarken mesela başta 2013 tarihli “Girdi-İşlem-Çıktı” ve 2015 tarihli “Nizam” çalışmalarınız gözümde canlanıyor. Bu vurgunun sizin kendi yaşantınızda da bir karşılığı var mı?
Aslında başta belirttiğim gibi vurgunun elbette yaşamımda bir karşılığı var iyi bir işi ortaya koyabilmek için ihtiyacım olan en önemli şey samimiyet oluyor. Her şeyden önce o gerçeği içinizde oluşturmanız lazım. Bir işin samimi olabilmesi için de öncelikle ilgilendiğiniz şeye temas etmeniz gerekiyor. Onu az da olsa yaşamanız gerekiyor ya da yaşamınıza dahil etmeniz. Yaşadığım bölge bu konuda bana fazlasıyla imkân sağladı. 2015 tarihli “Nizam” işini üretmeden önce 20 sıralık bir köy okuluna seyahatim olmuştu. Bu okul sıralarında dikkatimi çeken şey; sıralar üzerindeki yazılar çok masumane görünen taraf tutma, hizalanma ve susma gibi güdülerle donanmış olmasıydı. Onun dışında sıranın biçimlendirebilme özelliği de ayrı bir durum olarak gözüme çarptı. Hem fiziksel hem ruhsal şekilleniyorsunuz.  İşte burada Althusser’in de gördüğü gibi toplumu baskı ve ideoloji ile yola getirmek için devletin baskı araçları olan cezaevi, siyasal sistem, ibadethane, basın yayın olduğu gibi okulun da dâhil olduğunu gördüm. Bunları propaganda uygulamalardan çok, çocukların çocuksu davranışlarında gördüm. Bu masum ince bir ayrıntıdır ancak geneli ilgilendirecek kadar etkili bir olaydır diye düşünüyorum. Birden beşe kadar bütün sınıfların aynı derslikte eğitim almak durumunda kaldığı sınıflar var. Ki bunlardan birinde ben de okudum. Bu sınıflarda çocuklar aynı ders saati içinde kendilerine ait dersleri öğreniyorlar yani beş farklı gurup beş farklı dersi aynı anda çalışıyor. Tek zaman içinde çok farklı anları bir arada yaşama durumu yaşıyorsunuz. Bunu da aslında ideolojinin tarihi olmayacağı düşüncesinden yola çıkarak tarihsizliği okudum. “Girdi-İşlem-Çıktı” işimde farklı beş tuvale farklı bir sınıfı tek ayakta gösterdim. Daha sonra bu parçaları bir araya getirerek birleştirdim. Böylelikle aslında farklı olan beş durumu tek durummuş gibi hissettirmeye çalıştım.
Benzeşme ve tekerrür zannedersem bir diğer tema olarak önümüzde duruyor. 2015 tarihli “Zaman İçinde” çalışmasını bu açıdan ayrıca dikkatimi çekti. Tüm bir Ortadoğu coğrafyasının “infilak” üzerinden benzeşmesi… Bu kısır döngünün kırılabileceğine ilişkin umudunuz var mı, bu nasıl olabilir?
- Bu işin aslını belki tarihsel arka planındaki şu durumla daha iyi açıklayabilirim sanırım. Aşiret mektepleri Abdülhamit zamanında kurulmuş son toprak kurtarma girişimlerinden sadece bir tanesi. O dönem sonlarında özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta yaşadığı balkan bölgeleri neredeyse tamamıyla kaybedilmiş. Devletin elinde Ortadoğu ve Trablusgarp’ın bir bölümü kalmış. Osmanlı bir anda değişmiş ve Sünni nüfusun yoğun olduğu bir devlete dönüşmüş. Özünde aslında başka bir devlet olmuş. Artık devletin yeni toprak kazanma gibi bir derdi kalmayıp elindeki toprakları kaybetmeme siyaseti geliştirmiştir. Aşiret mektepleri işte bu noktada devreye giriyor.
İstanbul’da Aşiret Mektebi diye bir okul açılıyor burada okutulacak öğrencilerin tanınmış bir ailenin çocuğu olmasını dikkat ediliyor ve bunların çoğu Arap, Kürt ve Arnavut aşiret reisi çocukları oluyor. Tıpkı İngilizlerin kabile reisi çocuklarına yönelik açtıkları okular gibi… Halep, Bağdat, Suriy, Musul Basra, Diyarbakır, Kudüs ve Trablusgarp’tan getirilen bu değerli çocuk zatlar. Bir iki yıl içinde tıpkı bu günkü gibi kendi aralarında örgütleniyor ve diğer örgütlenen sınıf arkadaşlarıyla anlaşamıyorlar. Husumetleri artıkça kendi aralarındaki kavgalar da artmaya başlıyor. Kavgalar artınca okul kapanıyor. Yani iyileştirme başarısız sonuçlanıyor.
Ortadoğu’daki durumda, aynen böyle bir şey aslında, bana göre aşiret mektepleri bu günün sadece küçük bir versiyonu. En ufak yerlerde bile anlaşamama, haklarımıza saygılı olamama özelliğimiz var. Herkes pastanın büyük dilimini istiyor. Anlaşamazlık küçük bir bölgede olunca, kavgaya diye nitelendiriliyor. Büyük bir alanda gerçekleşince savaş oluyor, Zaman içinde çalışmamda böyle bir duruma değinmeye çalıştım. Öğrencilerin geldiği altı Ortadoğu şehrini bugünle kıyasladım. Bu kısır döngü böyle devam eder mi etmez mi bilmiyorum ama bitmesi konusundaki umudumu yitirmek istemiyorum…
Bu keyifli söyleşi için teşekkürler.  Son olarak bu güçlü eleştirel sergiyi de görünce ve mevcut çalkantılı ve hazin durumu da göz önünde bulundurunca, sizin çalışmalarınızın ne yöne doğru ilerleyeceğini haliyle merak ediyor insan. Bununla bitirelim isterseniz...

Ben teşekkür ederim. Plan programlı çalışan biri değilim açıkçası; yarın şunu yapacağım ondan sonraki gün bunu yapacağım diye ayırmıyorum. Hiçbir sanatçının böyle davranmasını da mantıklı bulmuyorum. Bugün böyle bir konuyla ilgileniyorum çünkü bu günün bana sundukları bunlar. Ve bu durumları yaşıyorum. Yarın başka bir şeyle ilgilenmem için yarının gelmesini beklemem gerekli. Onun için yarın oluşacak temayla ilgili net fikir oluşturamıyorum. Son bir senedir bir cezaevinde çalışıyorum. Tutsaklara resim dersleri veriyorum. Şimdilik oradaki atmosferle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum.  Ama yarın yaşayacaklarım bana böyle bir imkân verir mi bilmiyorum…
                                                               Özgür Gündem

  “Mekteplerde ehlileşen çocuklar”

“Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” sergisi Depo İstanbul’da açıldı. Bu sergi, Osmanlı’nın son dönemlerinde Arap, Kürt ve Arnavut aşiretlerinden toplanan çocukların Osmanlı’ya sadık birer vatandaş olarak yetiştirilmesi amacıyla kurulmuş Aşiret Mektepleri’ni referans alarak oluşturulmuş bir sergi. 



Fransız düşünür Jacques Rancière Cahil Hoca kitabının amacını “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır”  sözüyle özetliyor. Cahil Hoca’da Rancière, yine Fransız bir eğitmen olan Joseph Jacotot’nun zekâların eşitliğine dayanan öğrenme ve eğitim sürecini irdeliyor. Zekâ eşitliğini kabul etmeksizin toplumsal adalet ve eşitlik normlarına varılamayacağına uzanan bir anlatıda ilerleyen Rancière; eğitimin siyasetle olan ilişkisini bu bağlamda kuruyor.
Zira “eğitim ve öğrenme” tam da Jacotot’un ve Rancière’ın da ifade ettiğinin aksine “özgürleştirmeyen” “tutsaklaştıran” dahası “ehlileştiren” ve “asimile” eden bir silah gibi kullanılıyor.

Çok başlılığı kaldırmak…
Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Türkiye’de eğitim alanında; millilik, laiklik, çağdaşlık ilkelerini uygulayabilmek ve eğitim kurumlarını birleştirerek çok başlılığı önlemek için çıkarılmış bir yasa. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nda bahsedilen bu birleştirme “eşitlikten” ziyade  “çok başlılık” unsurunu ortadan kaldırmak ve dahası “millilik” esasına dayanan bir sistem oluşturmak amacındaydı.  Zira o dönemden bu zamana uzanan ana dilde eğitim mücadelesi tam da bu temellerin atıldığı sisteme karşı yapılıyor. Eğitimde “millileştirme” çabasına benzer bir uygulama, Cumhuriyet’in öncesinde “Osmanlılık” bilinciyle Sultan Abdülhamit döneminde açılan Aşiret Mektepleri (Mekteb-i Aşiret-i Hümayun) ile başladı.

Osmanlılıktan mililiğe
Genç sanatçı İhsan Oturmak’ın İstanbul DEPO’da açılan sergisi “Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” eğitimin, iktidar söylemleri ve dizaynıyla “sakıncalı” görülenleri nasıl ehlileştirildiğini konu alıyor.
İhsan Oturmak, serginin çıkış noktasını; Abdülhamit’in 21 Eylül 1892’de “Osmanlılık” fikrini güçlendirmek ve fethedilmiş topraklardaki Müslümanları “ümmet” fikrinde hizaya getirmek için kurduğu Aşiret Mektepleri, üzerinden oluşturuyor.
Arap, Kürt ve Arnavut aşiret elitleri için kurulan bu okullar, kültürel kolonyalizmin en önemli araçları haline getiriliyor. Sanatçı Oturmak, Abdülhamit’in Aşiret Mektepleri’ni kurduğu coğrafya ile Cumhuriyet ürünü olan Yatılı İlköğretim Bölge Okulları’nın (YİBO) arasındaki benzerliğe ve asimilasyon devamlılığına dikkat çekiyor.

İktidarın cisimleştirdiği çocuk bedenleri
İhsan Oturmak, “Üç Kusurlu İşlem: Aşiret, Mektep, Medeniyet” çalışmasının zeminini bu metin üzerine kurarken amacı tamamen bahsedilen eğitim kurumlarını incelemek değil. Oturmak’ın hedefinde bu eğitimin, öğrencilerin bedenlerinde cisimleştirdiği iktidar söylemlerini irdelemek. Bu iktidar söylemlerini incelerken de eski ve yeni “mektep ve medeniyet” arasında değişmeyen noktaları ortaya koyuyor.
İhsan Oturmak’ın çalışmaları ağırlıklı olarak, hepsi birer “eski” fotoğrafı andıran kara ve mavi önlüklü öğrenci temsillerinden oluşuyor. Okul önünde tüm sınıfın öğretmenleriyle poz verdiği mavi ya da kara önlüklü çocuklar; daha gerilere giden çalışmalarda fesiyle poz vermiş mektepliler... Minyatür bir yerleştirmeyle oluşturulmuş okul sıraları “nizamı” anlatılırken öte yanda kara tahta üzerine “konuşulanların” yazıldığı bir başka çalışma ve tek ayak üzerinde ehlileştirilen çocuk bedenleri…

Sakıncalı ödül: “Aferin”
Sanatçı, bazı çalışmaları salt oluşlarıyla ve kendi halindeliğiyle verirken bazılarına küçük müdahalelerde bulunuyor. Örneğin “Aferin” adlı çalışmasında mekteplerde büyüyen aşiret çocuklarının resimlerinin altına, zamanın “sakıncalı” bulunan diğer aşiretlerinin ismini Osmanlıca yazarak, eğitimin amacına ve ödüllendirme mantığına bir gönderme yapıyor. Böylelikle sanatçı, kapanmaya yakın “Haşere” olarak anılan Aşiret Mektepleri’ndeki öğrencileri hizaya sokmaya çalışan sistemin medeniyet ölçüsünü “kendi yöntemiyle” “aferine” layık görüyor… 

“Zamanın İçinde”
Mavi-kara önlüklerin, millileştirme ve ümmetleştirme ülküleriyle çocuk bedenine yansımış askeri nizam olduğunu vurgulayan sanatçı, bu eğitim kurumlarının yayıldığı bölgeleri de karakalem çalışmalarıyla resmediyor.
 adlı çalışmasında Oturmak, Abdülhamit’ten Cumhuriyet’e Aşiret Mektepleri ve YİBO’ların kurulduğu coğrafyanın ortak noktasını vurguluyor; savaş ve çatışma bölgesi... En başından beri bu “ehlileştirmenin” öncelikle Kürt coğrafyasında oluşunun tesadüf olmadığını tanıtlıyor sanatçı. Resmin içindeki altı parçada Bağdat, Kudüs, Musul, Halep, Basra ve Diyarbakır yer alıyor, kent ortasındaki patlamalarla…

* Cahil Hoca, Sel Yayınları.